canlı mac sonuçları menü--------------------------------------------------------------------- ------------------------------------------------------------------------------

   
  FUTBOLUNUN YENİ ADRESİ ÇOK ÇOK YAKINDA HERŞEY GÖRECEKSİNİZ
  FUBOL TARAFTARLIGI
 

Ülkemizde futbol taraftarlığı, maalesef biraz geri bir müessesedir. Yanlış anlamayın, futbol taraftarlarının alt sınıftan olma teorisinden veya ''futbolun kıro oyunu'' olması gibi klişelerden söz etmiyorum. Sadece ülkemizdeki futbol taraftarlığının, dört büyük kulübün fanatikçe taraftarlığı olmasını kastediyorum. Her ne kadar zaman zaman milli takımla heyecanlansak da, çoğumuz aslında tuttuğumuz takımla takıntılıyız, pek o kadar da futbolla değil. Türkiye elendikten sonra EURO96'yı aynı ilgiyle kaçımız seyrettik acaba? Hasta Fenerbahçeli yakın arkadaşım Adnan'ın geçenlerde kendisini, Ajax-Juventus Avrupa Şampiyonlar Ligi final maçını birlikte seyretme davetim üzerine verdiği, ''Sen benim Fenerbahçe'den başka bir takımın maçını seyrettiğimi gördün mü?'' şeklindeki cevabı anlamlıdır. Ülkemizde ve bir çok Latin ülkesinde bir oyun olarak futboldan çok, kulüplere karşı büyük bir zaafiyet vardır.

Süper Lig

Bundan iki yıl önce, bir kaç telekomünikasyoncu ve reklamcı arkadaşla birlikte Türkiye'de ''Süper Lig'' adı altında bir oyun başlatmaya çalıştık. Dönemin en büyük gazetesinde başlatılan bu futbol oyunu maalesef başarısız oldu ve bizler de çok tutacağına inandığımız bu çok zevkli oyunu oynatabilme sevdasından, çok az katılım olmasından dolayı para kayberek, kısa zamanda vazgeçtik. Oyun şöyleydi. Türkiye liginde oynayan bütün oyuncuları kaleci, defans, orta saha, forvet şeklinde bir liste halinde yayınladık ve her oyuncunun yanına ''hayali'' fiyatını koyduk. Oyunumuza katılacak teknik direktör adayları, 1-3-5-2 sistemine göre ellerindeki 600 milyarı aşmadan onbir kişilik bir kadro kuracaklar fakat aynı takımdan ikiden fazla oyuncu seçemeyeceklerdi. Dolayısıyla seçtikleri takıma onbir Fenerliyi doldurmak yoktu. Belli bir tarihte kayıtlar kapandı ve ''Süper Lig'' başladı. Seçtiğiniz takımda oynayan oyuncuların o hafta attıkları her gol için size 3 puan yazılıyor, kaleci ve defans oyuncularınızın takımlarının onlar sahadayken yedikleri her gol için -1, gol yemeden maçı bitirirlerse 4 puan kazanıyor ve takımızda oynayan oyuncuların verdiği her gol pası için (asist) 2'şer puan alıyordunuz. Nasıl? Basit değil mi? Oyunun kuralına göre en az altı birinci lig takımında oyuncu seçmezseniz takımınızı kuramıyordunuz. Her hafta lig maçları bittikten sonra bilgisayarımız takım kuran teknik direktörleri, aldıkları puanlara göre sıraya diziyor ve kendi verdikleri hayali takım isimleriyle katılımcılar hafta hafta yarışıyorlardı. Bu oyunun reklamını, tam üç hafta boyunca, ilgili gazetede ve o gazetenin televizyon kanalında yaptık. Farkedenleriniz olmuştur, ''Oğuz, Tugay, Ş.Mehmet aynı takımda oynar mı? Kur takımını, koy adını, katıl Süper Lig'e oynat!'' şeklindeki reklamları. Kayıtların açıldığı ilk gün ilanımız ilgili gazetenin arka sayfasında tam sayfa halinde yer aldı. Sonunda ne oldu? Sadece 11.000 kişi katıldı, verilen büyük ödüller ve diğer yatırımlar yüzünden de bu girişimimiz hafifçe battı.

Oysa bu oyunu İngiliz ''Fantasy league'' şirketinin lisansı altında ve Türkiye ligine adapte ederek getirmiştik. Kullandığımız bilgisayar programları, tüm oyun kuralları, logomuz, herşey ''fantasy league''in aynısıydı. Bu oyunu İngiltere'de iki yıl içinde 4 milyon kişi oynamıştı hem de çok daha az reklamla. Hala oynuyorlar bu arada... İngiliz BBC televizyonunda son üç yıldır ''Fantasy Football League'' adı altında yer alan televizyon programı ''rating'' rekorları kırıyor. Oyun üzerine kurulan ve bir tür futbol komedisi olan bu programın iki genç sununcusu David Baddiel ve Frank Skinner Avrupa çapında üne kavuştular. EURO96 çılgınlığı bu ülkede tüm hızıyla sürerken, bu haftalık programa konuk olarak Jürgen Klinsmann, Alan Shearer gibi yıldızlar konuk olarak katılıyorlar. Baddiel ve Skinner'ın sözlerini yazıp İngiliz Milli takımı oyuncuları ile birlikte söyledikleri ''Three Lions'' (İngiltere Milli takımının armasındaki üç aslan) adlı şarkı ülkede 1 numaraya çıktı. EURO96'da İngiltere-İspanya çeyrek final ve İngiltere-Almanya yarı final maçlarında 75.000 kişinin hep bir ağızdan ve binlerce bayrağı dalgalandırarak söylediği ''IT'S COMİNG HOME, IT'S COMING HOME, IT'S COMING... FOOTBALL'S COMING HOME'' (Futbol beşiğine dönüyor) şarkısı Avrupa'da herkesin dilinde. Bütün bunlar olurken Türk futbol seyircisi, milli takımımız turnuvaya katıldığı halde, bihaber. Neden? Çünkü ''Süper Lig'' (fantasy league) Türkiye'de tutmadı, biz bu tip tatlı, romantik ve soyut şeyleri bilmiyoruz. Bizim futbol seyircisine sıkıcı geldi bu iş. Çoğu okumayı sevmediği için ve dolayısıyla oyunun üç basit kuralını öğrenemediklerinden dolayı, takımlarüstü ve bir parça da soyut olan bu çok zevkli oyuna katılamadılar bile. Öte yandan sadece futbola ayrılmış dört-beş günlük gazete yayınlanan tek ülke Türkiye. Yani lafta, futbol Türkiye'de bir çılgınlık, büyük bir tutku ama ne yazık ki kazın ayağı öyle değil. Dört büyük kulübün kocaman renkli fotoğrafını ve büyük puntolarla palavra başlığı atmazsanız (sözde) futbol taraftarımız futbolla ilgilenmiyor. Okuyucunun ufkunu açma görevi olan futbol basınımız da para kazanmak için bu kısıtlı ilginin, artık herkesi bıktıracak kadar, sıkıp suyunu çıkarıyor. Onbeş kanalda ve haftanın yedi gecesi, dört büyük kulübün temcit pilavı gibi karıştırılmasını seyrederek yakında hiç birimiz futbol seyredemeyecek hale geleceğiz. Oysa dünyada bir sürü şey oluyor, futbol değişiyor. Türk takımları elendiği anda Şampiyonlar Ligi maçlarını seyredenlerin sayısı onda bire düşüyor. Halbuki tek televizyon kanalı olan 1970'lerde herkes dünya futbolu hakkında daha çok şey bilirdi. TRT tüm önemli maçları yayınlardı ve öteki kanala dönüp mesela Souness'in evinin ziyaret edildiği Televole adlı programı seyredemezdiniz. Dolayısıyla maalesef Johan Cruyff'u, Michel Platini'yi izlemek zorunda kalırdınız. İlerleme ne kadar da iyi oldu değil mi? Bu noktada itiraf etmeliyim ki ben de önce Fenerbahçe taraftarı, sonra futbol taraftarıyım ama ''sonra'' da olsa futbol taraftarıyım. Ne yazık ki çoğumuz değiliz ve bu yüzden de bu kitap şayet beğenilirse, satsa satsa dört-beşbin kopya satacak, bir kere içinde fotoğraf yok. Oysa bu kitabın esinlendiği ''Fever Pitch'' adlı kitap İngiltere'de best-seller olurken yüzbinlerce sattı ve şu anda altıncı baskısı satmaya devam ediyor.

Eğlence

Gelelim futbol taraftarlığının bir başka yönüne. Futbolla ilgilenmeyenler ve özellikle hanımlar, futbol merakını bir ''eğlence'' olarak görürler. Dolayısıyla, kendileri bizlerin bu ''eğlencesine'' katılamadıkları için sinirlenirler. ''Aman canım, senin de bu futbolun.'' veya ''Hiç anlamıyorum, ne var şu 22 kişinin bir topun peşinde koşmasında bu kadar.'' ve hatta ''Şu sıkıcı 0-0'lık maçı seyrederek ne kadar vakit kaybettiğimizin farkında mısın bugün?'' şeklinde laflar sarfederler. Önce sonuncusundan başlayalım. Maçın sonucunun 0-0 olması o maçı kötü hale mi getirir? Biz gol görmek için mi futbol seyrediyoruz? Sen ''Love Story'' filmini seyrederken, filmin sonunda kız lösemiden ölünce, yani bütün aşk hikayesi iki saatlik filmin sonunda ''sıfırlanınca'' boşuna vakit kaybetmiş mi oldun? Filmi sonu için mi seyrediyorsun? Sen akraba toplantılarına gittiğinde, bırak 22 kişiyi, daha az insanın katıldığı ve hatta ortada peşinde koşacak bir top da yokken, çocukluk hikayelerin ikiyüzüncü kez anlatılırken o vakit kaybını anlıyorsun da sonucu belli olmayan bir futbol maçını seyretme nedenimizi nasıl anlayamıyorsun? Ayrıca sen futbolu eğlence olsun diye seyrettiğimizi nereden çıkarıyorsun? Benim tecrübeme göre futbol, bir eğlenceden çok bir acı, yükselen ateş ve yüksek tansiyon vesilesidir. Yoğun kar yağışı altında ve eksi beş derecede berbat, Ankara Cebeci Stadı'nın tribününde insan nasıl eğlenebilir? Futbol bir eğlence değil evrene bir alternatiftir, çok stresli bir meslek kadar ciddi bir meşgaledir futbol taraftarlığı. Üstelik balıkçı olmaya karar vererek işinizden istifa edip Bodrum'a gidebilirsiniz mesela, açlıktan ölseniz bile stresli işinizi yapmaktan vazgeçebilirsiniz belki. Peki futboldan nasıl vazgeçeceksiniz? Elinizde mi ki? Futbol seyretmemizin bir çok nedeni var. Buna bir takıntı, çocuklukta yakalanılan bir hastalık, kişilikteki karanlık bir nokta veya bir tür abartılı tutku demek mümkün olabilir belki ama futbolu biz bir ''eğlence'' olarak seyretmiyoruz. Bir Pazar günü öğleden sonra, stadyumda etraftakilerin yüzlerine baktığınız zaman gördüğünüz heyecan, korku, panik, sinir ve mutsuzluk ifadeleri, futbolun eğlenceden çok işkenceye yakın olduğunun ispatıdır. Kısaca futbol taraftarı futbol seyrederken eğlenmez.

Kadınların futbol tutkusunun (veya takıntısının) önüne çıkma girişimleri ve kendilerinden önce başlayan bir aşkla yarışmaya çalışmaları o kadar anlamsız ki... Aradan yirmi, otuz yıl geçip aşk tükendiği zaman dönüp ''Sen sevgisizsin.'' demelerini engelleyecek tek şey olan futbol sevgimizle yarışmak ne kadar da anlamsız. Futbola ve Fenerbahçe'ye olan sevgi ve bağlılığımıza bakarak, kendilerine de böyle bir sevgi ve bağlılık duymaya kapasitemiz olduğunu, daha doğrusu ''sevgisiz'' olmadığımızı görebilirler oysa ki. Hayatta annem, ablam dahil bir çok kadınla iyi kötü ilişkim oldu ama daima Fenerbahçe'ye öncelik verdim ve ilk aşkıma hiç ihanet etmedim. Sevenler beni bu halimle ve zayıflıklarımla kabul etsinler istedim. Zaten kim ister ki futbola bile heyecan duyamayan bir erkekle beraber olmayı?

Zor Anlar

İşte konumuzun bir başka tatsız tarafı. Şu ya da bu şekilde bir aile toplantısında karşılaştığınız bir kuzen veya evinize gelen bir dostunuzun 14-15 yaşlarındaki oğlu. Çocuk, ''Fenerbahçeli'' diye hemen size doğru arkadan hafifçe itilir. Herkes sizin futbol ve Fenerbahçe hastası olduğunuzu biliyor ya... Hem sizin her konuda futboldan örnek vermenizden kurtulacaklar hem de çocuğun sıkılarak durmadan bir şeyler istemesinden ve huzursuzluk yaratmasından yırtacaklar. ''Bak oğlum, abin de Fenerli, hadi onunla konuş''. Böylece ikiniz birbirinizi götüreceksiniz, herkes de rahat edecek. Çocuk, ''Abi ben Fener hastasıyım, en sevdiğim oyuncu da Boliç.'' gibi klasik laflardan sonra saldırganlaşarak, ''Hayatta gördüğüm en iyi futbolcu Oğuz, bence yanlış yaptılar göndererek.'' der mesela. Siz de sabırla Oğuz'un çok iyi bir oyuncu olduğunu ama Fenerbahçe'ye ondan iyi oyuncular gelip geçtiğini ve Oğuz'un Fenerbahçe ve dünya futbolu içindeki yerini anlatmaya çalışırsınız. Bu küçük Fenerbahçelinin iyi bir taraftar olarak yetişmesine katkıda bulunmak ve bir gün akıllı bir ''büyük'' Fenerbahçeli olmasını sağlamak istersiniz çünkü. Nasıl olsa çocuk size yapışmıştır artık ve odadaki diğer insanlarla ilginizi çoktan kesmiştir. ''Yok abi, sen bilmiyorsun! Ben geçen gün Bağdat caddesinde Rüştü'ye rastladım ve ona sordum, o da benimle aynı fikirde'' gibilerden bir şey söyler. 14-15 yaşlarındaki çocuk, tipik şehirli Türk özelliği olan, her konuşmada karşısındakini çaktırmaya çalışma yoluna başvurmuş ve bu amacına ulaşmak için de ''Rüştü'' ismini kullanmıştır. ''Fenerbahçe ve Milli takımın yıldız kalecisi haliyle senden iyi bilecek.'' demek istemiştir üstü kapalı olarak. Ulan piç kurusu! Sen kimsin? Rüştü kim? O ne bilecek futbol tarihini veya Fenerbahçe tarihini? Kulaklarından tutup sallamak istersiniz bu yeni yetme Fenerli genci. Sen 1974 Dünya Kupası'nı seyrettin mi? Pele Santos formasıyla Fenerbahçe'ye karşı oynarken stadda mıydın? İlyas bizden sonra hangi takıma gitti, biliyor musun? Cemil'in Fenerbahçe formasıyla ilk maçını ve attığı golü gördün mü? Rüştü doğmuş muydu o zaman acaba? Son maçta Beşiktaş'ı 1-0 yenip şampiyonluğu yine de 1 puan farkla kaçırdığımız maçta İnönü'de miydin? Evinde kaç bayrağın, kaç Fenerbahçe forman var? Bu sene kaç maça gittin? Uwe Seeler kim?... Aklınızdan bunlar ışık hızıyla geçerken gözlerinizdeki kırmızılığı farkeden çocuğun annesi gelip elinizden zor alır çocuğunu ve acele bir şekilde evlerine giderler, ohhhh!...

Referans Noktası

Her kişinin hayatta bir takım referans noktaları vardır. Ait olduğunuz toplum, ait olduğunuz millet, doğduğunuz büyüdüğünüz yer, gittiğiniz okullar hatta sevdiğiniz tatil yeri, Bodrum mesela; yaptığınız sporlar, ve bütün bunlardan gelen çevreniz. Ve tuttuğunuz takım tabii. Taraftarlığın bir kabileye bir camiaya üyelik meselesi olduğunu bilmeyen yok. Fenerbahçe ve futbol, eşimden de arkadaşlarımdan da, Kolej'den de, ODTÜ'den de, iş ilişkilerimden de önce girdi hayatıma ve bunlardan çok daha sonra da kaldı. Fenerbahçelilik benim için her zaman en güçlü ayırt edici özellik olmuştur. Ta ortaokul yıllarından iş hayatına kadar beni bilen herkes adım geçtiğinde veya beni gördüklerinde, bir an için bile olsa Fenerli olduğumu geçirirler aklılarından. Kimse Ankaralı, ODTÜ'lü, Kolejli veya evli olduğumu düşünmez. 1980-85 yılları arasında ODTÜ'de öğrenciyken Ankara müzik çevrelerinde oldukça adım geçerdi. ''discjockey'' olarak dergilerde ismim yer aldı, sağda solda müzik üstüne yazılarım çıktı, radyoda programlarım yayınlandı ve hatta Turkish Daily News gazetesinde müzikle ilgili olarak tam sayfa röportajım bile çıktı. Ama o dönemde ve futbola genellikle ilgisiz o çevrede bile ''Hasta Fenerli Faik'' olarak tanındım hep. 1975 Ankara Koleji ortaokul mezuniyet yıllığında benden ''İstanbul'a Fenerbahçe maçlarına giden bu arkadaşımız...'' şeklinde söz edilmişti. Peki Fenerbahçeliliği bu kadar önemli hale getiren nedir? Orta halli bir ailenin Ankara'da büyüyen çocuğu olarak iyi sayılabilecek okullar bitiren, geçmişte Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşunda çalışan, ne bileyim mesela Ankara Tenis Kulübünün bir zamanlar üyesi olan, ''rock'' müzik konusunda belli bir dönem kısıtlı bir çevrede de olsa uzman sayılan, prodüktörlük yapan ve bir zamanlar solcu olan bu kişinin otuzaltı yıllık yaşamında en önemli ayırt edici özelliğinin Fenerbahçelilik olmasının nedeni nedir? Neden Fenerbahçelilik ailemden, mesleğimden, eşimden, zevklerimden, dünya görüşümden daha önemli bir özellik oluyor? İngiltere'de yaşadığım yıllarda uzaktaki dostlarım (Fenerli veya olmayan) her zafer ve yenilgiden sonra neden ilk bana telefon ettiler. İşim gereği ilişkide olduğum İngiliz, İtalyan, Alman, Portekizli insanlar bile Fenerbahçe'nin Avrupa kupası maçlarından sonra ''Senin takım şunu yapmış, bunu yapmış.'' şeklinde konuya girdiler. Otuzaltı yıllık ömrüme ve muhtemel geleceğime baktığımda her zaman sabit kalan ve kalacak tek referans noktasının Fenerbahçelilik olduğunu görüyorum. Yaşadığım yer, mesleğim, evli olduğum kişi hatta arkadaşlarım bile zaman zaman değişebilir ama beni tanıyan herkesin de emin olduğu gibi değişmeyecek tek tutanağım var şu dünyada, Fenerbahçelilik. Mükemmel değil mi? Ya Galatasaraylı veya Beşiktaşlı olsaydım? Allahım sana çok şükür...

Hanımlar ve Yarım İnsanlar

Yirmi yıllık beraberlikten sonra artık eşiniz sizi tanımıştır ve durumu (anlayabileceği kadar) anlamıştır. Daha doğrusu ona, futbolun onun tam olarak anlayamayacağı ''özel'' bir durum olduğunu anlatmayı başarmışsınız en azından. Ama tabii dünya eşinizle bitmiyor, başkaları da var sosyal hayatınıza girip çıkan. Mesela futbol sevgisine ve futbol taraftarlığına kültürsüz insanların özelliğiymiş gibi bakan insanlarla karşılaşırsınız zaman zaman. Çevrenizdeki bu kişilerin sporun özünü, ruhunu anlayamamalarından dolayı ve futbolun kolay hedef olmasından da cesaret alarak söyledikleri şeyler. Süslü hanımların burun kıvırması, futboldan hoşlanmayan erkeklerin ''Ben de sporu severim ama futboldan nefret ederim. Bakın basketbolu, atletizmi ve yüzmeyi severim.'' şeklinde zırvalamaları... Basketbol hakkında ne bilirsin acaba? Efe'nin Avrupa karmasına çağırılan ilk Türk basketbolcusu olduğunu biliyor musun? Michael Jordan'ın bu sene Chicago'da kaç paraya kaldığını, havalı bir şekilde CNN seyrederken farkettin mi? 1975 Liselerarası Dünya Basketbol Şampiyonası finalinde Kolej'in gardı Koray son saniyede sayıya giderken, tribünden atılan bir şişeyle bacağından yaralanıp basketi kaçırdığında ve Kolej bu yüzden dünya ikincisi olduğunda salonda mıydın? Wilt Chamberlain ismini hiç duydun mu? Şu anda 100 metre dünya rekortmeni kim, biliyor musun? Sebastian Coe, Steve Ovette isimleri sana bir şeyler ifade ediyor mu? Mark Spitz'in yedi altın madalya kazandığı 1972 Münih Olimpiyatlarında, ''Kara Eylül'' örgütü olimpiyat köyünü basıp İsrailli sporculara suikast yaptığında sen Marmaris'te tatilde miydin yoksa? Yoksa sen aslında futboldan değil, spordan mı zevk almıyorsun? Bu konudaki bariz iktidarsızlığını ''Futboldan nefret ederim.'' şeklinde mi saklamaya çalışıyorsun yoksa? Biliyor musun aslında hayatı ne kadar da yarım yaşadığını, dünyanın yarısından hiç haberin olmadığının farkında mısın acaba?

Bir de spordan zevk alamamalarının hıncını, size acıdıklarını söyleyerek, çıkarmaya çalışanlar vardır. İşin sihirini anlayacak yetenekleri olmadığı için aşağılamaları ve futbol seyredenlere bilmiş gözlerle bakarak ''yazık'' yüz ifadesini takınmaları... Acaba biz ekrana burnumuzu dayamış futbol seyrederken siz ne düşünüyorsunuz? Ne kadar daha önemli dertleriniz var acaba? Özellikle hanımlar, siz bir sonraki berber randevunuzu veya çocuğunuzun okul seçiminin sosyal statünüzü ne şekilde etkileyeceğini düşünürken biz o anları dünyayı kendimize endekslemeden ''gerçekten'' yaşıyoruz. Seyrettiğimiz ve canlı olarak cereyan eden olaya kendimizi gerçekten kaptırmışız. Kendimizle direkt ilgisi olmayan bir olaya dışardan tanık olmanın heyecanını yaşıyoruz. Bir insanın en çok masum olduğu, kendini en az düşündüğü anlardır o bize bakıp ''yazık...'' dediğiniz anlar. İş, kariyer, para, herşey camdan dışarı gitmiş, gerçekten de ''yaşıyoruz'' o anlarda. İşte bu noktayı bu kitap biraz olsun anlatabilecekse ve futbola kendini kaptırmış insanlara deli muamelesi yapanlardan bir kaç kişi eksilecekse ne mutlu...

 
 
  Bugün 16 ziyaretçi (24 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol